19 Mart 2008 Çarşamba

JAMES BOND DAİMA


"Bond,James Bond"

Bond filmlerin de,tanışma seronomilerinin değişmezi olan bu cümle, belki de sinema tarihinin en çok akıllarda yer eden repliğidir.Limonlu ve sek içmeyi sevdiği Votka martini tutkusu, olanca karizmasıyla tellendirdiği Chesterfield marka sigarası,benzini asla bitmeyen türlü marifete sahip Aston Martin marka arabası,MI6 gizli servisinin çılgın alimi Q'nun zeka harikası(bazende saçma sapan) buluşları,vazgeçemediği küçük ama etkili Baretta'sı,genç ve güzel kadınları ile macera ve aşkların yaşandığı sayısız ülke...her filmin başında bir namlunun içinden,yürüyen Bond silüetini hedefleyen sekansla açarız sahneyi ama her zaman olduğu gibi erken davranan Bond olur,ateş eder ve ekran kanla kaplanır.Ve tabi ki kulakların aşina olduğu o meşhur thema.James Bond filmlerinin tüm konseptini oluşturan bu klişeler listesi film boyunca uzar gider ve her seferinde tek bir yerde toplanır aksiyon sinemasının fenomen kahramanı kraliçenin ajanı "James Bond 007".Olgun yaşta, büyük işlere el atan, pahalı zevklere sahip, serinkanlı,karizmatik ve cazibeli bir adam.her erkeğin olmak isteyeceği,her kadının peşinden gideceği biri.

James Bond 007, varlıklı bir İskoç ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş olan gazeteci-yazar Ian Fleming tarafından 1952'de yaratılan hayali bir İngiliz ajan karakteridir.ilk defa Fleming'in Casino Royale adlı romanında arzı endam eder ve Fleming, 1964 yılında ölünceye dek bu karakter etrafında bir çok roman ve küçük hikayeler yazar.Takibinde ki James Bond hikayeleri; Kingley Amis, John Pearson, John Gardner, Raymond Benson ve Charlie Higson tarafından yazılmaya devam etmiştir. Christopher Wood da; eski romanları kullanarak 2 senaryo yazmıştır.20. yüzyılın sinema ikonları arasında kendine de has bir yer edinmiş olan James Bond karekterinin yaratıcısı olan Fleming zamanında kraliyet donanmasında istihbarat subaylığı yapmış bu sayede ajanlık ve gizli servis işlerine ucundan kıyısndan bulaşmış bir yazardır.(hatta takvimlerin 6-7 eylül 1955'i gösterdiği günlerde İnterpol zirvesine katılmak üzere gelmiş bir polis yetkilisi olarak istanbul'da bulunduğu söylenir) Fleming'in canlı hayal gücünün bir ürünü olarak ortaya çıkan kahraman,yaratıcısının o çok özendiği aventur hayatın tezahürü olarak meydana gelmiş gibi gözükmektedir.Bond'un ismiyle özdeş ajan kod numarası olan 007 aslinda filmlerinde izledigimiz gibi bir kahraman ait ajan numarası degil aksine zamanında yine kraliçe adına calışan ve görev numarası 007 olan gerçek bir katilindir.Çifte sıfırlı bu numara;kraliyet doneminden kalan bu gelenekle , kraliçeye baglı ve bir takım gizli işlerden veya operasyonlardan sorumlu adamların hak etmek için çok uğraştığı,türlü badireler atlattığı hikayeleriyle günümüz sinemasında kahramanlık ünvanı olarak sunulmuştur. Bununla beraber 007 numaralı katilde oldugu gibi 006 , 005 , 004, 003, 002, 001 gibi numaralı diğer katillerde bulunmaktadır. Filminde de benzer bi yaklaşımla "00" kodu bir ajana tanınmış olan öldürme yetkisini (license to kill) ifade eder 7'de Bond'un kişisel numarasıdır.
İan Fleming kafasında yarattıgı bu asilzade görünümlü kahramana vurucu bir isim ararken bir gün eline kuşlarla ilgili bir kitap gecmiş (‘batı hint adalarının kuşları’ (bird’s of the west indies) kitabının yazarı Ornitolog James Bond) ve kitabın yazarının ismini kahramanın adı olarak karar kılmıştır.Bond'un kodunu "7" olarak belirlemesine ise;daha baştan 7 adet ayrı macerayı içeren bir seriye niyetle ve herkesi şaşırtmak içinde bu serilere sondan,başa doğru numaralandırarak yazmaya karar verdiğini söylemiştir. Bu sebeple ilk kitabını "007 James Bond" olarak numaralamış, ancak kitabın beklenmedik şekilde tutması ve okuyucunun bunun ajanın ismine ait olduğunu sanmasıyla ortaya çıkıveren havayı bozmamak adına sonradan bu fikrinden vazgeçip, tüm kitapları "007" olarak numaralamıştır.İan Fleming, 14 james bond romanının ilki olan ve 1953 yılında yayınlanan Royal kumarhanesi’nde (Casino Royale) James Bond’un gerçek hikayesini şu şekilde anlatmıştır:James Bond 1924 de İskocya’da doğar. Henüz sekiz yaşındayken annesiyle babası bir dağ kazasında ölür. 1938 de asil çocukların ayrıcalıklı lisesi olan Eton koleji’ne girer.İki yıl sonra 16 yaşındayken, kızlarla yaptığı kaçamaklar nedeniyle okuldan atılır. 1941 de donanmaya girer, II.Dünya savaşı’nı bir komando olarak bitirip İngiliz gizli servisinin (mi6) elemanı olur. 1950 de kendisine ‘’öldürme yetkisi'’ (licence to kill) verilir (yani"00" kodu) 1 ocak 1962 de evlenir, düğün sırasında karısı öldürülür...
James Bond'un kitaptan ekrana geçmesiyle birlikte tüm dünyanın James Bond ile ilk kez tanışmasına vesile olan (1953'te yayınlanmış İan Fleming romanı-1954'te Amerikan televizyonu CBS icin yapılmış olan versiyonudur. Ama burada Bond'a bilinen bir Amerikan adı olan 'Jimmy' denmiş seyircinin gönlü kazanılmıya çalışılmıştır) Casino Royale'de rol alan Barry Elson Bond'u kanlı canlı gözönüne taşıyan,ona hayat veren ilk aktördür.


Umberto Eco, James Bond'un nasıl bir öyküsel tasarıma sahip olduğunu incelediği çalışmasında ajanımızın ileride izleyeceği yolun işaretlerinin daha ilk romanda verildiğini söylüyor. Romanda Fransız meslektaşı Mathis, 007'ye bazı nasihatler verir. Artık kötülerin dünyasını gördüğünü, ülkesini nasıl yıkmaya çalıştıklarına şahit olduğunu, kendisini ve sevdiklerini korumak için onlarla mücadele etmesi gerektiğini söyler. Ve şöyle devam eder Mathis: 'Ama insan olup beni düş kırıklığına uğratmayın. Harikulade bir makineyi kaybederiz.' Bond bu öneriye gerçekten de uyacaktır, insan olmayı bırakıp makineleşecektir. Ruh hekimleri için bir konu olmayı bırakacak ve yazarla okuyucunun istediği şekilde harikulade bir makine olacaktır.Eco, Bond romanlarına ilişkin yaptığı analizde James Bond romanlarının değişmez bir şemaya sahip olduğunu göstermiştir.Bu şablona göre Bond hikayeleri 9 hamleli bir süreçte peşi sıra gelişen olaylar sinsilesinde vuku bulmaktadır.

1. Büyük patron olan gizli servisin başkanı M, Bond’a tehlikeli ve gizli bir görev verir.
2. Bond ve kötü karşılaşır
3. Bond oynar ve kötü’ye ilk darbeyi vurur (ya da tersi)
4. Bond ve kadın karşılaşır (kadın, mutlaka genç ve güzel, başından geçen bir olay nedeniyle mutsuz, frijid olmuş, kötü’nün tuzağına düşmüş, saf fakat bozulmuş, günahının bedelini ödeyecek biridir)
5. Bond ile kadın arasında erotik ilişki ve yakınlık kurulur
6. Kötü Bond’u yakalar (kadınla birlikte veya yalnız)
7. Kötü Bond’a işkence eder (kadınla birlikte veya yalnız)
8. Bond kötü’ye nihai darbeyi vurur
9. Bond iyileşir, kadın’la görüşür ama kadını kaybeder.

Bu şablonun öğeleri, bir romandan diğerine küçük değişiklikler göstermekle birlikte değişmez özelliktedir.Fleming'in romanlarda bağlı olduğu bu öykü şeması 007 filmlerinde de kısmen kendini göstermektedir.film ya da roman da,genel olarak işleyen asıl kural ise; ‘Bond oynar ve sekiz hamlede kazanır’ olmuştur.

Umberto Eco, Bond romanlarında her daim varolan bu klişeler karşısında ki tavrını ise; "okuyucunun kendini daha önceden bildiği bir oyunun içinde bulduğunu ve asıl keyfin zaten bu olduğunu" söyleyerek açıklamaya çalışmıştır.Yorumculara göre James Bond vakası , popüler romanlar serisinin bir kahramanı olarak kökenlerini aşmış ve bir kültürel fenomen haline dönüşmüştür.007 kodlu ajanımızın Dünya çapında bu kadar çok sevilmesinin çok basit ama geçerli olan nedenin erkeklerin (hatta bir kadının erkekten beklediği her şeyinde) özlemini duydukları herşeye sahip olması ise çok bilinen bir tespittir.
Bond’un popülaritesi 1950, 1960 ve 1970 lerde tahminlerin ötesinde olmuştur. ingiltere’de yalnızca ciltlenmemiş kitaplarının satışının toplam da 27 milyonun üstünde olduğu belirlenmiştir. Bu ilginin oluşmasında pek çok kişiye göre gelmiş geçmiş en iyi Bond olan şeytan tüyüne sahip İskoç asıllı İngiliz aktör Sean Connery’nin başrollerinde oynadığı 1962 yılında çekilmiş "Dr.No" filmiyle başlayan ve Albert ‘cubby’ Broccoli ile Harry Saltzmann’ın 1961 de kurdukları yapım şirketi EON production tarafından filme çekilmiş James Bond filmleri serisinin etkisinin büyük olduğu bir gerçektir.Daha sonra Christopher Revee'nin de Superman üzerinde yaratacığı benzer bir etki gibi Sean Connery, Bond karakterine öyle oturmuş ve etkilemiştir ki, sonradan yaratılan öykülerde bu tesir görülmüş ve sonrasında çekilen onlarca Bond filmin de rol almış aktörler her daim onunla mukayaese edilir olmuştur.

2006 yılı itibari ile 2 adet bağımsız olarak çekilmiş toplamda 23 film çekilmiş, ve 1 film de Amerikan televizyonlarında yayımlanmış, serinin son halkası 2008'de vizyona girecektir. 1975'e kadar prodüktörü; Albert R. Broccoli ve Harry Saltzman iken; Brocolli 1975'den sonra tek prodüktörü olmuştur. 1995 yılından itibaren de kızı Barbara Broccoli ve damadı Michael G. Wilson prodüktörlüğüne devam etmiştir.

Bond filmleri, gişe tarihindeki en başarılı "film serisi"dir. Bond filmlerinin sinemada 46 yılda ulaştığı toplam seyirci sayısının 1 milyarın üzerinde olduğu belirlenmiş ve günümüzde sinemaya giden birkaç kuşağın onayını da kazanmayı başarmıştır. Tahminlere göre, Dünya nüfusunun yarısı ya da bir çeyreği; televizyonda, sinemada ya da videoda bir Bond filmi izlemiştir ki kimilerine göre bu durum, sinema tarihinde ve kültür hayatında çok önemli bir başarı göstergesidir.James Bond'da oynayanlar:

Sean Connery-7defa
George Lazenby-1defa
David Niven-1defa
Roger Moore-7 defa
Timothy Dalton-2 defa
Pierce Brosnan-4 defa
Danile Craig-2 defa

İsim-oyuncu-yönetmen ve yapım yılı ile James Bond serisi:

1 Dr. No 1962 -Sean Connery -yön:Terence Young
2 Rusya'dan Sevgilerle (From Russia with Love) 1963-Sean Connery -yön:Terence Young
3 Altın Parmak (Goldfinger) 1964- Sean Connery- yön:Guy Hamilton
4 Yıldırım Harekatı (Thunderball) 1965 -Sean Connery -yön:Terence Young
5 İnsan İki Kere Yaşar (You Only Live Twice) 1967 -Sean Connery -yön:Lewis Gilbert
6 Royal gazinosu (Casino Royale) 1967-David Niven-yön:Val Guest-Seridışı ilk yapım/komedi
7 Kraliçenin Hizmetinde (On Her Majesty's Secret Service) 1969 -yön:George Lazenby -Peter R. Hunt
8 Ölümsüz Elmaslar (Diamonds Are Forever) 1971 -Sean Connery -yön:Guy Hamilton
9 Yaşamak İçin Öldür (Live and Let Die) 1973- Roger Moore- yön:Guy Hamilton
10 Altın Tabancalı Adam (The Man with the Golden Gun) 1974 -Roger Moore- yön:Guy Hamilton
11 Beni Seven Casus (The Spy Who Loved Me) 1977 -Roger Moore -yön:Lewis Gilbert
12 Ay Harekatı (Moonraker) 1979 -Roger Moore -yön:Lewis Gilbert
13 Yalnız Senin Gözlerin İçin (For Your Eyes Only) 1981- Roger Moore -yön:John Glen
14 Ahtapot (Octopussy) 1983 -Roger Moore -yön:John Glen
15 Asla asla dema (Never Say Never Again) 1983 -Sean Connery-yön:Irvın Kershner-Seridışı ikinci film/farklı bir yapım şirketi tarafından çekilmiş
16 Bir Cinayete Bakış (A View to a Kill) 1985-Roger Moore- yön:John Glen
17 Yaşayan Gün Işıkları (The Living Daylights) 1987 -Timothy Dalton- yön:John Glen
18 Öldürme Yetkisi (Licence to Kill) 1989 -Timothy Dalton- yön:John Glen
19 Altın Göz (GoldenEye) 1995 -Pierce Brosnan -yön:Martin Campbell
20 Yarın Asla Ölmez (Tomorrow Never Dies) 1997 -Pierce Brosnan -yön:Roger Spottiswoode
21 Dünya Yetmez (The World Is Not Enough) 1999 -Pierce Brosnan -yön:Michael Apted
22 Başka Gün Öl (Die Another Day) 2002 -Pierce Brosnan- yön:Lee Tamahori
23 Royal Gazinosu(Casino Royale) 2006 -Daniel Craig -yön:Martin Campbell
24 Quantum of Solace 2008 -Daniel Craig-yön:Marc Forster

Kaynak:Yazının derlenmesinde,özgür ansiklopedi "Wikipedia" ve kutsal bilgi kaynağı "ekşi sözlük"ten yararlanılmıştır.

14 Mart 2008 Cuma

Sinema da uçma fikri:Süpermen ve diğerleri

Uçma fantezileri tarihte en belirgin olarak önce mitolojide gözükür,uçmak kimi tanrı yada yarı-tanrı karakterlerin yeteneği iken dinle beraber kanatları olan meleklere has bir nitelik olarak boy göstermiştir.Zaman içinde bilimin gölgesinde değişen metafizik yorum sayesinde günümüzün modern mitoslarının yaratılmasında payı olan kitap-çizgi roman ve sinema bu arzuyu kullanarak yeni mecralarda yerini bulmasına olanak sağlamışlardır. Uçmak ya da uçarcasına hareket etmek istenilen noktaya varabilmek adına kahramanların olmazsa olmaz harikulade bir yeteneği,gücü olarak pek çok hikayede yerini bulmuştur. Malum insanın ve hayvanların Dünya üstündeki mevcut fiziki melekeleri göbekten yer çekimine bağlıdır ve bu sebeple çok sınırlıdır.Durmak, yatmak,yürümek,koşmak,yüzmek ve diğerleri,istisnasız tüm beden faaliyetleri bu kaidenin altında biçimlenmiş, işler hale kavuşmuştur.Örneğin dururken, yürümek için yapmanız gereken şey; ayaklarınız vasıtasıyla kendinizi bulunduğunuz noktadan gitmek istediğinize yöne doğru itmeniz olacaktır,tabi ki koşmak için ve hatta yüzmek içinde itmek şarttır.Belki uzuvlarınızın aldığı biçim ve koordinasyonunuz farklı işleyecektir ama esas olan değişmeyecektir;ilerlemek için gereken şey kendinizi itmektir.Bir engelin üstünden atlamak ya da yukarıda bir yerde bulunan bir noktaya ulaşmak içinde gereken zıplama ya da sıçrama hiç şüphesiz buna dahildir,yukarıya doğru yapılan itme sonucu olan sıçrama/zıplama uçmanın ilk hareketi en basit,en kaba halidir de aynı zamanda. Dikkatlice incelendiğinde görülecektir ki uçmaya hazırlanan bir kuşun ilk yaptığı şey vücudunu alçaltarak, bacaklarını bükmek ve kanatlarını açmaktır. Sonra bacaklarını düzleştirerek havaya sıçrar. Hemen kanatlarını çırpmaya başlar. Kuşlar, havalanınca yükselmek için kanatlarını aşağı doğru çırpar.İzleyenler hatırlayacaktır Matrix’in ilk bölümünde Morpheus, Neo’ya Matrix’in doğa- kurallarının aklın iradesiyle ihlal edilebileceğini öğretemeye dayalı bir testte ona bir binadan bir başka binaya nasıl uçarcasına sıçrayabileceğini öğretmeye çalışır,zamanla Neo bu sıçrama yeteneğinden uçabilmeye doğru gelişim gösterecektir, ekleyelim ki Wachowskiler ne zaman Neo’yu uçurmaya kalksalar onu yerden yukarı doğru güçlü bir itmeyle havalandırarak uçmanın asıl prensibine sadık kalmışlardır.Kuşlar kanatlarının altındaki havayı devamlı surette itebilmeleri sayesinde uçuşunu devam ettirebilir.İşte bu hareket biçiminin farkında olan Süpermen’in yaratıcıları Jerry Siegel & Joe Shuster kafalarında kurguladıkları bu üstün-insanı daha hızlı ve güçlü bir biçimde oradan oraya hareket ettirebilmek için bu temel fikirden hareketle ilk önceleri onu devasa ölçülerde zıplatma/sıçratma yolunu seçmişlerdir.Aynı yetenek Ang Lee’nin 2003 yılında başarıyla filme aktardığı bir başka süper kahraman olan Hulk’ta sık sık kullanılmıştır.Yerçekimine bağlı kalınarak üretilen bu fikirde zıplamak/sıçramak zaten gerçekte de herkes için mümkün olan bir eylemdir.Süpermen’in ve tüm süper kahramanların yeteneklerinin aslen varolan olguların abartılmış,üzerinde oyanmış şeyler olduğunu yeri gelmişken vurgulayalım.Ancak Süpermen’in zıplaması/sıçraması olağanüstüdür.Bu sayede bir seferde hiç zorlanmadan New York’un yüzlerce metrelik binalarını aşabilmekte,onlarca kilometrelik yolları bir adımda (ya da onu iten enerjisinin azalmasıyla yere düşerek yine tekrar /sıçrayabilmek için ara ara basışlarla) kat edebilmektedir bu süper kahraman. İlk başlarda sadece çok güçlü, ve hızlı olan Süpermen uçamaz, çok yükseğe zıplar/sıçrar.Uçma fikrine tamamen hakim olamayan yeni yüzyılın başındaki insanlar için bu güçlü zıplamalar/ sıçramalar tatmin edicidir,uçmak için bir nedende yoktur o halde. Ama ilerleyen zaman içinde uçaklar hayatımıza girip (hatta Ay’a kadar gidilince) sıradan insan bile Süpermen’den hızlı hareket edebilir, uçabilir hale gelir. O zaman Süpermen’e uçma gücü verilir yazarları tarafından. Kuşlara mahsus bir yetenek olan uçmak kanatlar yardımıyla hava içinde de olsa kendini itmekten başka bir şey değildir esasında,ancak kanatlara sahip olmak itmekten daha fazlasını yapabilmektir,ama biliyoruz ki sadece kendini itmek uçmaya yetmez,kuşların ya da inasn icadı vasıtaların sahip olduğu aerodinamik yapı uçmak gibi karmaşık bir eylemi olağanüstü bir şekilde mümkün hale getirebilmektedir.Ama biz bu fiziki gerçeği göz ardı ederek Süpermen’in neye dayandırılarak uçurulduğu üstüne fikir yürüteceğiz. Uçmaya yakın zıplamanın/sıçramanın ve akabinde uçmanın mümkün olabilmesi temelinde yatan fikrin bilimsel temelli kurgusu meselesine gelince burada bir ön bilgiye ihtiyacımız olacaktır,onun için devam edelim: İçinde varolduğumuz gezegenin/Dünya’nın kendine has fizik kanunları vardır,dolayısıyla yer çekimiyle varolan bizler için hareket edebilmek bu kanunların içinde biçimlenen bedenlerimizin imkan tanıdığı çerçevede mümkün olduğunu söylemiştik,zaman içinde insanoğlunun atmosferin dışına uzaya ve nihayet Ay’a ulaşmasıyla bu kabiliyetlerin oluştuğu ortamdan çıkmasıyla yeni bedensel keşifleri (aslında tabi ki bunlar bilim insanları tarafından çok önceden öngörülen ama pratik edilemeyen fikirlerdir) beraberinde getirmiştir.Örneğin uzayda hareket edebilmenin yolu öncelikle gemiye bir halatla bağlanmayla mümkündür. İnsanoğlunun uzay çağında başlayan yeniden öğrenme evreleri yürümek-uyumak-yemek yemek hatta tuvalete gitmek Kubrick’in, “2001Bir Uzay Macerası” filminde dramatik bir şekilde işlenmiştir..Yerçekimi dediğimiz kanun, bizim kütlemiz ile ağırlığımız arasındaki farkın esas sebebidirde.Bu yüzden belirli bir zaman içerisinde sabit olan kütlemiz, farklı kütlelerle karsılaştırıldığında örneğin Dünya’nın, Ay’ın, Jüpiter’in ya da Güneş’in, o kütlelerin büyüklükleri ile doğru orantılı olacak şekilde sonuç verecektir. Ağırlık, kütle çekimi ile ilgili bir kuvvettir. Dünyanın bir cisme uygulamış olduğu kütle çekim kuvvetine cismin ağırlığı denir. Bu cismin Ay'da veya Neptün'de olduğu düşünüldüğünde, bu gök cisimlerinin bu cisme uyguladığı çekim kuvvetleri de değişecektir. Bu nedenle bir cismin madde miktarı (kütle) aynı kalmasına rağmen ağırlığı Dünya’da, Ay'da veya diğer gezegenlerde farklı olacaktır. Örneğin kütlesi 10 kg olan bir cisim Dünya’da tartıldığında 98 N (Newton;kütle ölçmek için kullanılan ölçü )gelirken, bu cismi Ay'da tarttığımızda 17 N gelecektir. Bu da Ay'ın çekim kuvvetinin Dünya’dan nerdeyse 5/1 oranında düşük olduğunu göstermektedir. Uzay mekiği ile Ay'a doğru yolculuk yapan bir astronot düşündüğümüzde, bu yolculuk esnasında astronotun kütlesi değişmez.Yolculuğun her anında kütlesi eşittir.Astronot dünyadan uzaklaşıp Ay'a yaklaştıkça dünyanın uyguladığı çekim kuvveti azalmaya Ay'ın uyguladığı çekim kuvveti ise artmaya başlar.İşte kütle sabit (Dünya’nın fizik kuralları içinde biçimleniş kütle) yeni varılan uzamla ağırlık daha düşük olarak Ay üzerinde rahatça hoplayıp zıplayarak yürüyen ve kısa bir sürede olsa havada asılı kalabilen astronotların(Süpermen’inde ) sırrı buradan gelmektedir.Bilgilenmemizin vardığı bu noktada Süpermen’in yok olmak üzere Kripton (aslen Kripton fizik literatüründe yer alan bir elementtin adıdır) adlı bir gezegenden Dünyamız yolanmış fiziki kuralları başka bir gezegende tıpkı kendisi gibi varolmuş pek çok gezegen sakiniyle beraber yaşayan ve gezegeni üstünde hiçbir sıra dışı yeteneği olmayan bir uzaylı olduğunu hatırlayalım.Kütlesi sabit bir canlının çok yüksek bir yerçekimi olan Kriptondan gelmesi, tıpkı Dünya’lı astronotların Ay’da kazandığı yeteneklere denk düşmektedir.Zaten Bir bilim adamı olan Jor-El'in (babası) Kal-El'i (Süpermen’in Kripton’da ki gerçek adı)özellikle Dünya gezegenine göndermesinin sebebi Dünya atmosferinin ona çok üstün güçler vereceğini bilmesidir.(Sahip olduğu güçlerin Dünya’dan mı yoksa Güneş’ten mi kazandığı meselesini ilerde “Bilimkurgu ve Süpermen “ yazısında ele alacağız.) Süpermen 1933 yılında ilk olarak ortaya çıktığında Dünyada ki fizik kurallarının ona bahşettiği pek çok yetenekle birlikte kendini bu atmosfer içinde kolaylıkla iterek büyük bir sıçramaya/zıplamaya ulaşmasıyla havada bir süre kalarak yol alabilmektedir bu sayede.Ancak tıpkı bir kuş gibi hatta bir kuştan daha da üstün (havada ki rüzgar gibi doğal etkenlerden etkilenmeden dilediğince asılı kalabilir örneğin) olarak gezegen içinde ve hatta uzayda en kötüsü de çizgi roman maceralarında farklı gezegenlerin yerçekimlerinden etkilenmeden uçması, onun zaman içinde teknik olarak mecbur kaldığı bu sebepten dolayı bilimkurgu bir karakterden fantastik bir figüre doğru kaymasına sebep olacaktır.Bu sıra dışı uçma kabiliyetine yazarlara tarafından getirilen zorlama açıklamaya göre ise Süpermen’in etrafında yine Güneş (çizgi romanlarda gücün kaynağı sarı Güneş’tir) sayesinde manyetik bir alan vardır ve bu aurayı kullanarak yerden havalanabilir uçabilir.

Söz konusu sinema da uçmak olunca en baskın karakterin Süpermen olduğu aşikardır ancak pek çok kişiyi heyecanlandıran uçabilme konusunda ki tek karakter o değildir tabiatıyla.Bir başka filme konu olan Kar-el’in kuzeni Süpergirl,Matrix’in baş kahramanı Neo,uçma fikrini animelerin de bir tür saplantıyla ele alan ve fetişistçe sergileyen Miyazaki’nin küçük cadısı Kiki,yine sinemaya uyarlanan illüstratör Dave Stevens'ın pulp maceraları sevenler için epey eğlendirici olan çizgi romanı kahramanı roket adam-The Rocketeer,sinemada yer alan serilerde ki kimi bölümlerde bir takım aletlerin yardımıyla uçabilen kara şövalye Batman ve geleceğin polisi Robocop,son dönemde uyarlanan Demiradam/Ironman ya da Fantastik dörtlüde ki kimi karakterler ve tabi ki hiç büyümeyen çocuk Peter Pan akla en kolay gelenlerdendir.
Filmlerden bahsetmekten hoşlanan,izlediklerine kayıtsız kalamayıp onlara mana yüklemeyi seven,filmlerde hayatın anlamını ya da tadını bulan herkese açık herkes için bir blog!

Merhaba!

Şu anda filmlere,onların bizler üzerinde bıraktığı etkiye,ortaya çıkan kültüre salt "eğlencelik" "iyi vakit geçirme"olarak bakmayan herkese açık bir blogtasınız.Burası seyrettiği filmleri sinema salonlarında,video kayıtlarında belki(?) bir daha izlemek üzere geride bırakmayı gönlü el vermeyen,onları olabildiğince hayatının içine sokmakta direnen, günlük hayatın hay huyu içinde vakit öldüren,daralan,sıradanlaşan ama filmlerle soluk alabilenler için sanal-gerçeklik alanıdır.
Seyrettiğini kolay kolay unutamayan,unutmak istemeyen,yaşamının bir anıyla herhangi bir yerde izlediğiyle bağ kuranlar bilir ki filmler pek çok kez imkansızı,sıradışı olanı gözönüne koyar,tek kelimeyle ortaya çıkan modern bir masaldır,çağdaş insanın mitos yorumudur.Ama bayıldığımız,bizleri alıp götüren tüm o filmlerde iyi vakit geçirebilen biri yine iyi bilir ki sinema sanatında keyifli ve muhteşem olanda budur.Yani yaşamı çekilir kılması.
Bazen bir filmli,filmleri ya da bir türü bir yazı konusu,ya da yazanın keyfince seçiceği bir konuyu sinemaya ya da film ve filmlere bağlayacağımız herhangi bir şey ilgi alanımız;içinden bilgiler devşirebileceğimiz, anlam yükleyeceğimiz,iyi vakit geçirebileceğimiz,bize yeni yepyeni şeyler öğreten,ufkumuzu açan,bizi değişteren her şeyle ilgiliyiz,blogumuzun daha daha verimli olabilmek için sıradan izleyicilerden farklı okuyup,düşünüp söyleyecek bir şeyleri olanlara ihtiyacı var.

Siz filmleri böyle görmekten hoşlanan,dünyayı olduğu gibi görmekten hoşlanmayanlardan mısınız? Eğer öyleyse hoşgeldiniz..