25 Nisan 2008 Cuma

Sinemada uçma fikri İKİ2:The Rocketeer



İllüstratör Dave Stevens'ın ucuz magazin dergilerine basılan maceraları sevenler için unutulmaz olan çizgi roman kahramanı The Rocketeer (roketçi) casusların ülkeler içinde cirit attığı ve uluslararası arenanın giderek gerildiği iki dünya savaşı arasında kalan zaman diliminde geçen sözde Amerikan adalet ve cesaretini gözümüze sokan propaganda temelli kahramanlık öyküsüdür.
Bu dönemde normaldir ki yapılan pek çok icadın silah sanayi ekseninde geliştiği ve tasarlındığına tanık oluruz, işte 30'lu yıllarda varlık gösteren Rocketeer'i dönemsel-yerel bir kahraman haline sokan özelliği kişsel bir ulaşım keşfi olan sırtında taşıdığı (ya da roketin roketçiyi taşıdığımı desek!) roketidir. Çizgi romanda daha sonrasında sinema filminde arz-ı endam eden icadımız sırtta taşınabilecek kadar hafif, oratalam ağırlıkta ki pilotu saniyeler içinde gökyüzünde yüzlerce metre ilerleyebilecek kadar güçlü, her iki elle kontrol edilebilen, pilotun başıya dümen ettiği ele avuca sığmayan, hikeyinin konusu gereği Alman piyadeleri için tasarlanmış ulaşım-istila aracı olarak ortaya çıkar, tesadüf eseri asıl kahramanın eline geçer vesaire vesaire...

Ancak sinemanın ara ara serüvenlerinin içine kattığı çanta görünümlü bu fantastik roket tastamam bir hayal ürünü değildir, bir başka hayal ürünü olan ama zamnal ayakları yere basan bir icadın (tüm icadlar öyle değilmidir zaten) sinema düşüleri için sık sık değişikliğe uğratılmış, aksiyona dayandırılmış halidir. Esasen "RocketPack" ya da "JetPack" isimleriyle gerçektende varolan çanta-roketin Rocketeer çizgi romanıyla orataya çıktığı yıllarda bir fikir olarak ortaya çıktığını, geçmişin(ve halen günümüzünde) ulaşım- icat tarihinde bir aşama olduğu meraklısınca bilinir. Romanda geçen maceraların seyretiği tarih olan 30'lu yılların başında tasarimcisi "Alman" profesor Hellmuth Walter tarafından geliştirilen Walterboat olarak bilinen motorlar ve denizaltilarda kullanılmasıyla daha üstün bir hale gelineceğine inanılan hidrojen peroksit yakıtı kendi oksijenini içinde barındırması özelliği sebebiyle güçlü bir fikir olarak ortaya çıkar. Bu fikir ve uygulama dönemin en üstün askeri yapılanmasına hazırlanan Alman ordusunda , pasifik denizaltı operasyonları döneminde prototip ve seri uretime geciş aşamasinda bir kac modele uygulanır ve kısmi başarıya ulaşır. Lakin yakıt olarak kullanilan h2o2 (hidrojen peroksit) son derece yanici ve parlayicidir. Ayrıca bu tür denizaltilarin yapimi ve işletilmesi cok zor ve pahali hale gelir. En büyük kusuru ise bomabaların, kurşunların hedefi halindeki araçları bu yakıtla savaş ortamına sürülmesi de çok risklidir diğer yandan (allahtan) h2o2 bulmak o dönemde hiç kolay degildir, bulundugu kadarı da ayni yakıtı kullanan v2'lere harcanmasıda cabasıdır.. Bu sebeplerden dolayı hiç bir zaman savaşa surulup performansindan faydalanılacak gunleri göremedi. Ancak bir savaş aracı olarak vazgeçildiği noktada kalmayan bu icad kimi hayalpersetler için peşi hemen bırakılcak bir buluş değildi. Yeterince etkileyici olan bu itici gaz fikri Bell Aerosystems tarafından biraz daha değiştirilerek geçen aman içinde çok daha masum bir buluşla 1953'de ürettiği roketli donanımlı çantayla ortaya çıkıverdi. Tüplerin içinde hidrojen peroksitle dolu olan bu çanta havada ancak 20 saniye gibi kısa bir zaman için kalabilmesi ve yakıtının çok pahalı, icadında tehlikeli olması nedeniyle yeterli ilgiyi görmedi .Ancak roket sırt çantasının bir kopyası olan icadın orijinali, dönemin bu tür icatlar için en uygun olduğu James Bond filminde Bond rolünü canlandıran aktör Sean Connery tarafından Thunderball filminin açılışında kullanılmasıyla sinemayla ilk sıçrayışını yaptı. 1970'de tasarımı iyileştirilmiş jet kemer tekrar üretildi. Bu kez havada kalınan süre 5 dakikayı buluyordu.Bell Aerospace'in bu yeni Jet Pack projesi, 25 dakika uçuş süresi ve 128km/sa hız sunacaktı. Ancak proje karmaşıklığı nedeniyle yine iptal edilmişti.

8 Nisan 2008 Salı

İtalyan usülü Western & Sergio Leone

"Gerçek batı, şiddet, korku ve vahşi içgüdülerin olduğu bir dünyaydı... çıkar peşindeyken, iyi ve kötü, cömertlik ve üçkağıtçılık gibi şeyler yoktur, her şey şansa dayanır, en iyi olan değil, en şanslı olan kazanır."

Sergio Leone


Sergio Leone’nin ,babası sessiz sinemanın bilinen yönetmenlerinden annesi ise tanınmış oyuncularındandı.Yazarak adım attığı ve hayatı boyunca yazmayı sürdürdüğü senaryolarıyla başladığı sinema hayatını, “Ben Hur” “Bisiklet Hırsızları” ve “Pompei’nin son günleri” gibi başarılı filmlerde yönetmen yardımcılığı ve asistanlık yaparak iyi tecrübelerle sürdürdü.Bu olgunlaşma sürecinde kafasında tam olarak belirmemiş ama ortaya çıkması an meselesi olan,dönemi için karamsar sayılan ama oldukça yaratıcı olan kurgularla bir süre daha vakit geçirdi.Günler böyle geçip giderken yakın bir arkadaşının usta yönetmen Akira Kurosawa’nın Yojimbo sunu (1961) bir akşam sinemada karısıyla birlikte izlemesi ve soluğu yanında almasıyla her şey başlayıverdiği rivayet edilir,arkadaşı bu film için Leone’nin aradığı şeyin “onda” olduğunu söyler.Seyrettiği usta işi Yojimbo adeta Leone’nin dehasını tetikler,bu özgün yapıtla karşılaşmasıyla beraber,o hayranı olduğu alışagelmiş Amerikan Western filmlerinde gördüğü kusurları nasıl ayıklayacağını ve tutkuyla okuduğu çizgi roman dünyasının anlatım biçimini sinemaya geçirme fikri için gerekli olan şeyi bulmuş,kafasının içindeki yaratıcı düğüm çözülüvermişti.Çağdaşı olan İtalyan Western yönetmenleri Hollywood’u kopyalarken her zaman ilginç fikirleri olan Leone bu sayede uzak doğuyu keşfetmiş ve hikaye olarak "Yojimbo"yu “A Fistful of Dollars/Bir Avuş Dolar İçin” (1961) ile kendine has tarzıyla yeniden yorumlamıştır.

Bu çekeceği ilk filmi için götürdüğü senaryonun,Amerikalı yapımcılar için dönemin sinemacılık anlayışına göre tabularla dolu olan kurgusu dolayısıyla,çok az para finanse eder ama Leone yoktan var etmeyi bilen biridir,bu az parayla sınırlandırılmış prodüksiyon ve anlamsız kurallarla dolu olan kıtada istediğine ulaşamayacağını kavrayınca,her iki olumsuzluğunda üstünden gelmek için Atlantiğin ötesinde buluverir kendisini.Bu iş için coğrafya olarak çok uygun bulduğu İspanya'nın güneydoğusunda yer alan,Akdeniz'in kıyısında eski bir İspanyol-Endülüs kenti olan,sıcak ve kurak havasıyla çöl iklimli tek Avrupa şehri Almeria’yı mesken tutar ve geri kalan işler içinde İtalyan stüdyolarından faydalanır.(Bugün bu kent başta Spaghetthi Western olmak üzere ev sahipliği yaptığı pek çok film nedeniyle turizm beldesi haline gelmiştir.Cleopatra-Arabistanlı Lawrance-İndiana Jones buradan çekilen filmlerden yalnız bir kaçıdır) Her ne kadar birebir kopyaladığı öyküsüyle o dönemde tartışmalara hatta davalara neden olsa da (Aslında Kurosawa’nın da filminin senaryosunu da orijinal değildir.Amerikalı ünlü polisiye roman yazarı Dashiell Hammett'in “Red Harvest”-1931- romanından esin almıştır.Dashiell Hammett'a kadar Amerikan polisiyeleri, türün İngiliz örneklerini taklit ediyordu. Hammett polisiye roman mekânlarını malikânelerden, kibar salonlardan barlara, sokaklara, batakhanelere taşıdı. İdealleştirilmiş birtakım kahramanlar yerine en azından suçlular ve katiller kadar çıkarcı, zorba, duygusallıktan uzak, "sert" detektif tipleri yarattı ve eserlerinde argoyla karışık günlük konuşma diline yer vererek polisiyelere önemli değişiklikler getirmiştir.)

Leone,Western türüne getirdiği solukla ortalığı sallar,kovboy hikayelerinin anavatanı olan Amerika’da bir süre boyunca tepki görse de ilk filmle başlayan dolar üçlemesinin devam serisiyle ulaştığı mitos tüm sinema ezberlerini bozar,modern insan için yarattığı hayal dünyası karşılığını bulur.Leone neferliğini yaptığı türe getirdiğinden bihaber yeniliklerle,o güne kadar Amerikalı yapımcılarca fazla çıkık olduğu düşünüldüğü gırtlak yapısı sebebiyle kadrolu figüranlıktan daha fazla şans tanınmayan,dolar üçlemesinin başrol oyuncusu Eastwood, (Leone,başta Charles Bronson, James Coburn ve Henry Fonda'ya rolü götürür, ama bu aktörler rolü reddederler. Sonunda, adı pek duyulmamış olan daimi figüran Clint Eastwood'u keşfeder)yan baş karakter en güzel kötülerden Lee Vann Cleef ve dahi besteci Enrico Morrianne’yi sinema kültürüne kazandırır hem de bir yeni sürecin önünü açar.

Başarının akabinde aşağı yukarı aynı ekiple sıcağı sıcağına peşi sıra çekilen ve her seferinde daha da iyi hale gelen filmleriyle (For a Few Dollars More/Birkaç Dolar İçin (1965) The Good The Bad and The Ugly/İyi Kötü ve Çirkin (1966)) Leone tabularla dolu bir evreyi alaşağı etmeyi başarır,yeni evreye damgasını vurur. Senaryolarında alt metni oluşturan gerçekçi politik-sosyal tespiti ve üstünde gelişen gerçeküstü aksiyonuyla stilize etmeyi başardığı şiddet ile ince mizahını bir arada tutmayı kotardığı üslubu;yarattığı karakterlerinde birbirine karışan iyi-kötü ayırımı,şiddet sahnelerinde o güne değin görülmemiş kurgusu,hızlı kesmeleri, büyük yakın plan çekimleri,atlara duyduğu saygıyla gelen yeni kamera açıları,manidar ve uzun süreli sessizlikleriyle yaratılan gerilim sahneleri Leone’nin sinema dünyasında ki alamet_i farikası olarak sayılabilir.Kendiside Western türünü ters yüz eden üslubunda ki bu farklılığı bir röportajında şu sözlerle ifade etmiştir;"Ben bir karamsarım. Amerikan Western'lerin de kahramanlar çirkin bir biçimde arka fonda ölürler. Benim filmlerimde önde ölürler. Hem de en güzel biçimde.”

Amerikan kültürünün yalan ve yanlışlarla dolu,stilize edilmiş propagandasını yapan ve esnemez bir yapıya sahip olan Western türüne bir tepki ve hayranlıkla ortaya çıkıveren Spaghetti Western’in, İtalyanlarca (aslında Almanların payı da küçümsenemez) sahip çıkılması (neredeyse filmlerin tamamı İtalyan oyuncu ve yönetmenler tarafından çekilmiştir) ve kendine tarzını bulmasıyla Spaghetti adını aldığı genel geçer bir inanış olmakla beraber film setlerinde İtalyanlarca çokça tüketilen Spaghetti makarnanın buna vesile olduğu dahası makarnada kullanılan sosun filmlerdeki bol kanı çağrıştırmasından dolayı bu adla anıldığı inanılması daha zor olan ama ortalıkta dolaşan rivayetlerdendir.

İtalyan işi Western’lerin karakterlerinin birbirinden net bir şekilde ayrılamayacak olan anti- kahraman yapısı,gerçek hayatta da olduğu gibi toza,kızgın güneşe ve eskimeye teslim olmuş mekanları,tıraşsız ve kavruk suratlı,amele yanıklı tenli erkekleri, erkeklerin hakim olduğu bir dünyada hafif meşrep tavırlarıyla varolabilme yolunu bulmuş itilip kakılan kadınları,senfonik olmayan müzik fonu,dolu dolu şiddeti ve üçüncü bir göz gibi dışarıdan baktığı yakın Amerikan tarihi yorumu Western tarzını çerçeveler.Bu yeni sinema ekolü sayesinde 60 yılların ortasından 70’li yıllara değin süren on yıllık bir zaman zarfında aşağı yukarı aynı yönetmen,yapımcı,besteci ve oyunculardan oluşan bir cemaatle bir çoğu B-yapım sınıfında yeralan 600 civarı film çekilir.Kimilerine göre bu görkemli dönem yine İtalyan-ekolünde biçimlenen Western’in yaratıcısı ve lokomotifi olan Leone’nin yönetmen yardımcılığı ve senaristliğini yaptığı “My Name is Nobody/Benim Adım Hiç Kimse (1973)” filmiyle son bulduğudur.(zaten Leone daha önce çektiği Once Upon A Time In The West /Bir zamanlar Batıda (1968) filmiyle bilinçli olarak geçirdiği evrimle bunun sinyallerini vermiştir)Kimilerine göreyse bu film,Sergio Martino'nun 1977 tarihli Mannaja'sı dır.Ama vurucu bir başlangıçla(Fistful Of Dollars) başlayan bu kült dönemin müdavimlerin gönlündeki esas son,kesinlikle İtalyan aksiyon sinemasının büyük ustası Enzo G. Castellari'nin başyapıtı sayılan Keoma'sı olacaktır.Akabinde uzak doğudan oluk oluk gelen Kung-Fu filmleriyle Spaghetti Western sinema seyircisi üstündekini etkisini yitirir ama ortaya konan tarz günümüze kadar uzanan sayısız film üstünde doğrudan ya da dolaylı etkisiyle rüştünü ispatlar.Vurucu ve çarpıcı dönemin dahisi Sergio Leone bir devri kapayım bir başka devrini açan yönetmen olarak sürecin en büyük ismidir artık.

Hayranlarınca en iyilerden sayılan klasik Spaghetti Western filmlerinden bazıları:

Fistful Of Dollars 1964/yön:Sergio Leone

For A Few Dollars More 1965/yön:Sergio Leone

The Good, The Bad And The Ugly 1966/yön:Sergio Leone

The Big Gundown 1966/yön:Sergio Sollima

Day Of Anger 1967/yön:Tonino Valerii

Face To Face 1967/yön:Sergio Sollima

Death Rides A Horse 1967/yön:Giulio Petroni

The Great Silence 1968/yön:Sergio Corbucci

Once Upon A Time In The West 1968/yön:Sergio Leone

Ace High 1968/yön:Giuseppe Colizzi

Death Sentence 1968/yön:Mario Lanfranchi

Sabata 1969/yön:Gianfranco Parolini

The Specialist 1969/yön:Sergio Corbucci

The Mercenary 1969/yön:Gillo Pontecorvo

No Room To Die 1969/yön:Sergio Garrone

Have a Good Funeral, My Friend... Sartana Will Pay !970/yön:Giuliano Carnimeo

Compañeros 1970/yön:Sergio Corbucci

Light The Fuse... Sartana Is Coming 1971/yön:Giuliano Carnimeo

Duck You Sucker / Fistful Of Dynamite 1971/yön:Sergio Leone

My Name Is Nobody 1973/yön:Tonino Valerii

Kaynaklar: Sinematik Spaghetti http://sinematik-spaghetti.blogspot.com/

www.metiskitap.com

Kutsal bilgi kaynağı “ekşi sözlük”

1 Nisan 2008 Salı

sineMatematik kaos:KÜP



İzleyenlerin üstünde klostrofobik bir gerilime sebep olan,düşük bütçe ve dar bir zamanda (20 gün) çekilmesine karşın,nitelikli ve özgün bilimkurgu örneği olabilmeyi başarmış Küp ,hemen hemen tüm sahnelerin tek bir küp dekoru içerisinde çekilerek kurgusu tamamlanmış(diğer hücreler bilgisayar yardımıyla oluşturulmuş),dahası konusu içinde bahsi geçen tüm matematiksel denklemlerin doğruluğunun ispatlanmasıyla bilimsel olmayı da başarabilmiştir ,ancak yetersiz prodüksiyon sebebiyle sınırlı sayıda ülkede gösterime girerek pek az ilgi görmüştür.buna karşın kopyaların el altından dolaşarak meraklıların arasında adını duyurmayı başarmasıyla hak ettiği yeri bulmuş bir yapım.İlk filmin -geçte olsa- gelen başarı üstüne 2002 ve 2004 yıllarında (Cube 2: Hypercube ve ilk filmin öncesini anlatan Cube Zero) çekilen iki filmle üçlemeye dönüşecek serinin hala en başarılısı olarak kabul edilen Cube(1997;yön:Vincenzo Natali)bu yazımızın konusunu oluşturuyor.Küp;esrarı üstünde kalan, anladığı tüm onca şeyle karşın "eksiklik duygusunun" izleyicisi üstüne sindiği malum yapıtlardan,her ne kadar devam serilerinin bu sine-masala zarar verdiği genel bir kanat ise de ben ilkinden başlayarak film üstünden iyi vakit geçirmeye ,bilgi devşirmeye dolayısıyla yorum yapmaya devam etme niyetindeyim.

Günlük hayatlarında birbirleriyle bağları olmayan,farklı yaş ve mesleklerdeki yedi kişi; Leaven Matematik Öğrencisi)- Holloway (Doktor)- Worth (Mimar)-Kazan (Otistik)-Alderson (İlk Kurban)-Rennes (Kaçak)-Quentin (Polis).Sebebini ve nasıl geldiklerini bilmedikleri bir biçimde,kendilerini bir Küp sisteminin içinde hapsedilmiş olarak bulurlar.Ayrı ayrı yerlerde uyandıkları küp şeklindeki hücrelerin altı yüzünde bulunan kapılarla, üst üste ve yan yana birbiriyle bağlantılı,renkleri farklı,boyutları aynı olan ve yine 6 ayrı küpe açılan ve her hücrenin biri birini fraktal biçimde tekrarladığı,kiminin içinde ölümcül bubi tuzaklarının olduğu bir tür geometrik-kaon içinde kalan yedi kişinin yaşam ile ölüm arasında ki mücadelesi filmin temel konusunu oluşturmaktadır.Her kapıda dışarıya çıkış yolunu arayan bu grup için işler göründüğünden çok daha karmaşık ve anlaşılmaz olduğu kısa bir süre sonra ortaya çıktığında anlarlar ki üst üste ve yan yana dizilmiş,biri birinin aynısı olan, tuzakları ile çevrili, sonsuz gibi görünen birbirleri ile bağlantılı oluşmuş sürreal labirent bir hapishanededirler.Enine-boyuna 26 hücre küpten oluşan,dış kabuğu 144 metrekare çapında,17.569 adet odadan meydana getirilmiş,şekli yine bir Küp olan devasa bir mimari yapının içindedirler.

İlk gerçekçi kaçış girişimini,7 hapishaneden başarıyla kaçmayı başarabilmiş,namlı bir kaçak olan Attika kuşu lakaplı Fransız kaçak Ren başlatır.Ren,bu sayede oda içindeki tuzaklar izin verdikçe,düz bir hatta ilerleyerek er ya da geç yapının sonuna ulaşarak dışarı çıkabilmenin bir yolunu bulmayı ummaktadır ama bilenen hapishanelerde işe yarayan yollardan yapılan bu çaba kestirilemeyen bir başka tuzakla kısa zamanda başarısız oluverir,Ren ölür.Güvenini yitiren ekip kısa bir bocalamadan sonra polis Quentin’in dikkatiyle hücre geçişlerin de ki kapıların eşiğinde kodlanmış olan 9 haneli rakamların yapıpıyı tasarlayan tarafından bilerek asal olan ve olmayan olarak ikiye ayrılmış olduğunu ve asal sayıyla numaralandırılmış olan odaların tuzaklandığını keşfederler.

- Asal sayılar. Bunu daha önce
fark edemediğime inanamıyorum.

- Neyi fark edemedin?

- Anladığım kadarıyla bu sayılardan biri asalsa,
oda tuzaklı oluyor.

- Tamam, 645. Bu asal değil.

- 372. Hayır.

- 649. Evet, 11 kere 59. Bu da asal değil.

- Yani bu oda güvenli.

- Dur. Bir asal sayı tuzağından sonuca nasıl varabildin?

- Alev makineli oda asal sayıydı. 083. Moleküler kimyasal
olan odada 137 vardı. Asitli oda 149'du.

- Bu sayıları aklında mı tuttun?

Asal sayılar, yalnız ve yalnız iki böleni olan doğal sayılardır. Kendisinden ve 1 sayısından başka böleni olmayan, 1'den büyük pozitif tam sayılar biçiminde de tanımlanmaktadır.Aşağıda film içindeki geçişlerde gerekli olan ve Leaven'in bulmak zorunda olduğu üç haneli asal sayılar listesini görebilirsiniz.

101 103 107 109 113 127 131 137 139 149 151 157 163 167 173 179 181 191 193 197 199 211 223 227 229 233 239 241 251 257 263 269 271 277 281 283 293 307 311 313 317 331 337 347 349 353 359 367 373 379 383 389 397 401 409 419 421 431 433 439 443 449 457 461 463 467 479 487 491 499 503 509 521 523 541 547 557 563 569 571 577 587 593 599 601 607 613 617 619 631 641 643 647 653 659 661 673 677 683 691 701 709 719 727 733 739 743 751 757 761 769 773 787 797 809 811 821 823 827 829 839 853 857 859 863 877 881 883 887 907 911 919 929 937 941 947 953 967 971 977 983 991 997

Bu sayede Leaven’in matematik bilgisi ve yeteneğiyle,belli bir yön gözetmeksizin hücreler içinde tekrar ilerleyerek çıkış aramaya devam edilir.Başarılı geçişlerle devam eden süreçte grubun son üyesi otistik çocuk Kazan’la karşılaşılır.İlerleyen sekansta,asal olmadığını düşündükleri sayıyla kodlanmış hücrede beklenmeyen olur ve Quentin bir tuzakla karşı karşıya kalır,kurtulmayı başarır ancak grup içinde tuzağa düşme korkusu yeniden ortaya çıkıverir,anlaşılır ki kimi rakamların asal olup olmadığını anlamak o kadarda basit değildir.Daha sonra öğrenicez ki rakamlarda esas alınan asal sayıların kuvvetleri bu da Leaven’ın aklından hesaplamasını mümkün kılmayan astronomik rakamlar demek.Bu gergin ortamda Quentin ve Worth arasında bir tartışma baş gösterir ve Küp’le ilgili yeni bilgilere ulaşılır.Bu arada Worth’un yaptığı sistem-özne tespiti kayda değerdir..Küp’ün (her nasılsa) bir boşlukta olduğunu,çapını ve hücre sayısını öğreniriz. Ama bu konuşmalardan yapının kim ya da kimler tarafından en önemlisi ne niyetle yapıldığını anlamak mümkün olmaz.,kişilikleriyle doğru orantılı olarak geliştirdikleri gerçekçi ya da komik spekülasyonlar vardır karakterlerin aklında.

Ardından Leaven:"Descartes" der.Yeni bir keşif de daha bulmuştur.”Kartezyen koordinatları,kodlanmış kartezyen koordinatlarıBirinci dereceden iki değişkenli her bir polinomun düzlemdeki bir doğruya, birebir eşlenmesi ile oluşturulan cebirsel geometrik yapıya Kartezyen koordinat sistemi adı verilir. .Kartezyen;1596-1650 yılları arasında yaşamış Fransız matematikçi, bilim adamı ve filozof Rene Descartes'ın Latince ismi olan Renatius Cartesius'tan türetilmiş,matematikte kullanılan bir sıfattır.İyi bilinen bir öyküye göre,Descartes'a esin bir sabah içinde yatağında yatmış,odasının köşelerinden birinde vızıldayan bir sineği gözlemlerken gelmiştir.sineği göremeyen bir başkasına devamlı hareket etmekte olan sineğin konumunu anlatmak için gerekli şeyin ne olduğunu düşünüverirken,sineğin herhangi bir andaki konumunu yalnızca üç sayı (3D) ile tanımlayabileceğini anlamıştı;sineğin her iki duvardan ve tavandan dikey uzaklıklarıyla.Daha sonra bu yöntemi genelleştirerek,uzayda, herhangi bir noktanın dahi dikey ya da yüzeylerden uzaklığı ile sayısal olarak tanımlanabileceğini kavramıştı.Bu sayede Descartes daha önce birbirinden ayrı bilim dalları olan geometri ve aritmetiğe modelleyip bütünleştirmeyi başarabilecek bir yol sağlamıştı.Bu buluş filmde de gönderme yapılan,matematikle arası iyi olanların çok iyi bildikleri "apsis" ve "ordinat" da içlerinde olmak üzere -Kartezyen Koordinatları- kavramı olarak adlandıracaktır. En bilinen Kartezyen kodlarını haritalardaki enlem ve boylamlar olduğunu söyleyebiliriz.kartezyen sayesinde uçaklar,gemiler hatta mekikler bulundukları yeri bilir,yollarını bulabilmektedirler.(Leaven'in açtığı kapıda 517 478 565 yazmaktadır.)Leaven:”Geometride üç boyutlu grafiklerde nokta belirlemekte kullanılırlar.” der.Sayıların birer işaret olduğuna ve bu dev küpün içinde nerde olduklarını belirlemeye yaradıkları sonucuna ulaşırlar.Doğal olarak Leaven hücrelerin verilen rakamlarla Küp’ün içinde koordinatlarla işaretlenmiş olarak sabit halde yer aldığı sonucuna ulaşır,bu bilgiyle yaptığı hesapla sınıra yedi oda yakınlığında oldukları sonucunu çıkarıverir.Vardıkları bir başka odada Leaven ‘ın yaptığı koordinat hesabıyla 26 sıradan oluşan Küp’ün dışına çıkmış olmaları gerektiğine karar verir ama “ içerideyiz” der!Daha sonra bu yanlışını fark edecektir,hesabı doğru ama küp hakkında ki bilgisi henüz eksiktir.Nihayet türlü macera sonunda hesapla varılan odaya ulaşırlar.kapı açılır ve Küp’ün karanlık içinde kalan uçsuz bucaksız kabuğu görünür fakat sonuç hüsrandır,karşılaştıkları koca bir boşluktur.Çıkışla ilgili en ufak bir emare yoktur ortada,akabinde bu çaresizlik Quentin’de şiddet olarak boy gösterir,boşluğa sarkıtılmış bir halde çıkış arayan Halloway’in boşluğa düşmesine izin verir,Wolt’a saldırır ve zeminde ki hücre kapısından bir alt ta ki hücreye atıverir.Bu kötü düşüş Küp hakkında kibir gerçeği daha ortaya çıkarır.Vardıkları yer hapishane kaçkını daha önce Ren’in öldüğü kırmızı odadır.Bu kötü tesadüf Worth’ün Küp’ün mekanik sırrını kavramasına vesile olur;Küp içinde dönüp duran kendileri değildir,odalar dönüp durmaktadır, Filmim başından beri kulağımıza düzenli aralıklarla gelen mekanik sesin bu hareket sayesinde oluştuğunu anlayıveririz.Bu mekanik hareket ve daha önce keşfettiği “koordinat sistemi” Leaven’i yeni bir matematik sonuca daha götürür;permütasyon. Permütasyon, birbirinden ayrılabilir nesnelerin değişik sıralarda dizilmelerini ifade eden kavramdır. Matematikte permütasyon, her sembolün sadece bir kez yada birkaç kez kullanıldığı sıralı bir dizidir.Odanın geçtiği tüm koordinat listesi.Odanın nereden başladığı,kaç hareket yaptığı ve nereye gideceğini gösteren bir yol haritası”.Bu hesabın yapılabilmesi sayesinde boşluktaki Küp’ün yan yana oluşturduğu 26 hücreyi çıkış kapısına köprü olarak bağlayan 27. bir hücreye ulaşmanın mümkün olabileceğine karar verilir.daha önce yaptığı bir hesapla şu anda geride kalan ama daha önce içinde bulundukları odanın(hani dışarıda olmaları gerektiği hesabının yapıldığı oda) köprü olduğuna karar verir.Küp’ün mekaniğinin dev bir şifreli kilit gibi çalıştığına,odaların başlangıçtaki tek doğru yere dizilmesiyle çıkış kapısına ulaşmak için gerekli köprü odaya varılmasıyla çıkışın mümkün olduğu kesin olarak anlaşılmıştır.Leaven,bulundukları yerin referansı için odanın kapılarında ki rakamları kullanarak tekrar hesaba dalar,buna göre köprüye varacak hücrenin doğru yere gelmesine iki hareket vardır,peki bu ne kadar zaman yapar işte burası muammadır,çünkü hücrenin hareketiyle ilgili bir zaman verisi yoktur ellerinde,zaten Leaven,Worth’un yetişebilir miyiz sorusuna “belki” deyip çıkıveriri işin içinden.Ancak tuzaklara takılmadan hareket daha önce de keşfedildiği gibi kapılardaki rakamların asal sayıların kuvvetlerinin hesaplanmasıyla mümkün olması durumu neredeyse imkansız hale getirmektedir.Ancak bu noktada devreye Otistik kazan girer ; Otizm;ömür boyu süren beyinsel bir rahatsızlıktır ve "sosyal etkileşimde sosyal iletişimde kullanılan dilde veya sembolik veya hayali oyunda" gecikmelerle kendini gösteren sinir sisteminde düzensizlik olarak sınıflandırılır.küçük bir grupta olmakla beraber otistik hastalar içinde üstün zekalılık gösterenlere rastlanır,işte filmdeki otistik çocuk Kazan,bu sahneyle hücreye seçilen diğer üyeler gibi tesadüfen orada olmadığını göstermektedir bize. Sonunda hücreye varılır,Leaven filmin başında kırılan gözlük camının bir parçasını bulur,bu syede anlar ki vardıkları hücre Worth’un içinde uyandığı(Worth’un grupta uyanan son kişi olduğunu hatırlayalım) ve herkesin bir araya toplandığı ilk odadır.Her şeyin başladığı ve bitiği yer bu odadır,yerlerinden hiç hareket etmemeleri halinde zamanı gelince tekrar birleşeceği köprü hücreyle dışarı çıkabilecekleri oda!Sonra köprü gelir,açılan kapıyla gün ışığı odaya dolar.Çıkış bulunmuştur.

Küp filminin olası kaynakları:

1969 yılında, televizyon kanalı NBC için çekilen ve o zamanlar " deneysel televizyon serisi" olarak adlandırılan birer saatlik filmlerden oluşan serinin bir bölümü içinde (ünlü Muppet show'un yapımcısı Jim Henson ve Jerry Juhl tarafından yazılmış,yine Jim Henson tarafından yönetilmiş); bir küpün içine hapsedilmiş, içerisine sürekli "kendilerine ait" kapılardan girip çıkan, yönetici, din adamı, fahişe, doktor, askeri polis, televizyon yöneticisi, diğer küplerden kaçmaya çalışan başka başka insanlar, ailesi vb. tarafından taciz edilen ve bir türlü dışarı çıkamayan bir adamın hikayesinden oluşan tv filmi mekan-konu itibariyle benzerlikler göstererek küp filminin öncülü sayılabilir.

Rubik Küpü:

Türkiye'de 80'li yıllarda piyasaya sunulduğu adıyla Sabır Küpü, Zeka Küpü ya da özgün adıyla Rubik Küpü (Rubik's Cube), 1974 yılında geometri ile ve üç boyutlu şekillerle ilgilenen Macar heykeltıraş ve mimarlık profesörü Ernõ Rubik tarafından icat edilen mekanik bir bulmacadır.her yüzünde 9 kare olmak üzere alanı toplam 54 kare, hacmi de 26 birim küptür (ortadaki görünmeyen küpü saymazsak). Yüzeyindeki kareler genel olarak altı farklı renk ile etiketlendirilmiştir.Kırmızı karşısında turuncu, sarı karşısında beyaz ve yeşil karşısında mavi. filmde de aynı altı renk hücrelerin renklendirilmesinde kullanılmıştır.Standart küpün (3x3x3) her kenarı yaklaşık 5,7 cm’dir. Bulmaca yüzeyindeki "yirmi altı" (filmdeki Küp'ün yukarı ve yanlara doğru 26 adet hücreden oluştuğunu hatırlayalım)küpçükten oluşur. Ancak her yüzün orta küpçüğü aslında merkez mekanizmaya bağlı kare bir yüzeyden ibarettir. Bu mekanizma (filmde mekanik bir yapıdan bahsedilir) diğer parçaların girebileceği ve hareket edebileceği temeli oluşturur. Yani küp aslında kesişen üç eksende altı orta kareyi tutan bir merkez parça ve bu merkez parçanın üzerine takılan ve üzerinde dönebilen yirmi küçük plastik parçadan oluşmaktadır.Normal (3x3x3)’lük sabır küpü (8! × 38−1) × (12! × 212−1)/2 = 43.252.003.274.489.856.000 farklı konuma ya da matematik dili ile "permütasyona" sahiptir.Permütasyonlarla gelen çözüm iki küp arasındaki bağlantıyı ortaya koyan en kuvvetli delil gibi gözükmektedir.

Rubik Küpü 3D boyutlu fiziki yapısıyla matematikte "soyut cebir"e denk gelir.Soyut cebir veya soyut matematik, matematiğin bir alanı olup, cebir, vektör uzayı, modüller, alanlar, halkalar gibi cebirsel yapılar üzerinde çalışır. Bu sebeple matematiksel bir grubun somut bir örneği olması nedeniyle Rubik Küpü birçok matematikçi tarafından alâka görmüştür. Ek olarak Rubik Küpü ile parçacık fiziği arasındaki paralelliğe matematikçi Solomon W. Golomb tarafından dikkat çekilmiş ve bu çalışma Anthony E. Durham tarafından genişletilmiştir. Temel olarak köşe küpçüklerin saat yönünde ve saat yönünün tersine dönüşleri kuarkların ve antikuarkların elektrik yükleri ile (+⅔ ve −⅓ kuarklar için −⅔ ve +⅓ antikuarklar için) karşılaştırılabilir. Köşe dönüşlerin olası kombinasyonları ile kuark ve antikuarkların olası kombinasyonları arasında paralellik kurulabilir çünkü hem köşe dönüşlerin hem de kuark/antikuark yüklerinin toplamı tam sayı olmak zorundadır. İki ya da üç köşe dönüşleri çeşitli hadronlarla kıyaslansa da bu her zaman geçerli bir karşılaştırma olmamaktadır…

Kaynak:Wikipedia'nın Rubik küp maddesinden faydalanılmıştır.

19 Mart 2008 Çarşamba

JAMES BOND DAİMA


"Bond,James Bond"

Bond filmlerin de,tanışma seronomilerinin değişmezi olan bu cümle, belki de sinema tarihinin en çok akıllarda yer eden repliğidir.Limonlu ve sek içmeyi sevdiği Votka martini tutkusu, olanca karizmasıyla tellendirdiği Chesterfield marka sigarası,benzini asla bitmeyen türlü marifete sahip Aston Martin marka arabası,MI6 gizli servisinin çılgın alimi Q'nun zeka harikası(bazende saçma sapan) buluşları,vazgeçemediği küçük ama etkili Baretta'sı,genç ve güzel kadınları ile macera ve aşkların yaşandığı sayısız ülke...her filmin başında bir namlunun içinden,yürüyen Bond silüetini hedefleyen sekansla açarız sahneyi ama her zaman olduğu gibi erken davranan Bond olur,ateş eder ve ekran kanla kaplanır.Ve tabi ki kulakların aşina olduğu o meşhur thema.James Bond filmlerinin tüm konseptini oluşturan bu klişeler listesi film boyunca uzar gider ve her seferinde tek bir yerde toplanır aksiyon sinemasının fenomen kahramanı kraliçenin ajanı "James Bond 007".Olgun yaşta, büyük işlere el atan, pahalı zevklere sahip, serinkanlı,karizmatik ve cazibeli bir adam.her erkeğin olmak isteyeceği,her kadının peşinden gideceği biri.

James Bond 007, varlıklı bir İskoç ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş olan gazeteci-yazar Ian Fleming tarafından 1952'de yaratılan hayali bir İngiliz ajan karakteridir.ilk defa Fleming'in Casino Royale adlı romanında arzı endam eder ve Fleming, 1964 yılında ölünceye dek bu karakter etrafında bir çok roman ve küçük hikayeler yazar.Takibinde ki James Bond hikayeleri; Kingley Amis, John Pearson, John Gardner, Raymond Benson ve Charlie Higson tarafından yazılmaya devam etmiştir. Christopher Wood da; eski romanları kullanarak 2 senaryo yazmıştır.20. yüzyılın sinema ikonları arasında kendine de has bir yer edinmiş olan James Bond karekterinin yaratıcısı olan Fleming zamanında kraliyet donanmasında istihbarat subaylığı yapmış bu sayede ajanlık ve gizli servis işlerine ucundan kıyısndan bulaşmış bir yazardır.(hatta takvimlerin 6-7 eylül 1955'i gösterdiği günlerde İnterpol zirvesine katılmak üzere gelmiş bir polis yetkilisi olarak istanbul'da bulunduğu söylenir) Fleming'in canlı hayal gücünün bir ürünü olarak ortaya çıkan kahraman,yaratıcısının o çok özendiği aventur hayatın tezahürü olarak meydana gelmiş gibi gözükmektedir.Bond'un ismiyle özdeş ajan kod numarası olan 007 aslinda filmlerinde izledigimiz gibi bir kahraman ait ajan numarası degil aksine zamanında yine kraliçe adına calışan ve görev numarası 007 olan gerçek bir katilindir.Çifte sıfırlı bu numara;kraliyet doneminden kalan bu gelenekle , kraliçeye baglı ve bir takım gizli işlerden veya operasyonlardan sorumlu adamların hak etmek için çok uğraştığı,türlü badireler atlattığı hikayeleriyle günümüz sinemasında kahramanlık ünvanı olarak sunulmuştur. Bununla beraber 007 numaralı katilde oldugu gibi 006 , 005 , 004, 003, 002, 001 gibi numaralı diğer katillerde bulunmaktadır. Filminde de benzer bi yaklaşımla "00" kodu bir ajana tanınmış olan öldürme yetkisini (license to kill) ifade eder 7'de Bond'un kişisel numarasıdır.
İan Fleming kafasında yarattıgı bu asilzade görünümlü kahramana vurucu bir isim ararken bir gün eline kuşlarla ilgili bir kitap gecmiş (‘batı hint adalarının kuşları’ (bird’s of the west indies) kitabının yazarı Ornitolog James Bond) ve kitabın yazarının ismini kahramanın adı olarak karar kılmıştır.Bond'un kodunu "7" olarak belirlemesine ise;daha baştan 7 adet ayrı macerayı içeren bir seriye niyetle ve herkesi şaşırtmak içinde bu serilere sondan,başa doğru numaralandırarak yazmaya karar verdiğini söylemiştir. Bu sebeple ilk kitabını "007 James Bond" olarak numaralamış, ancak kitabın beklenmedik şekilde tutması ve okuyucunun bunun ajanın ismine ait olduğunu sanmasıyla ortaya çıkıveren havayı bozmamak adına sonradan bu fikrinden vazgeçip, tüm kitapları "007" olarak numaralamıştır.İan Fleming, 14 james bond romanının ilki olan ve 1953 yılında yayınlanan Royal kumarhanesi’nde (Casino Royale) James Bond’un gerçek hikayesini şu şekilde anlatmıştır:James Bond 1924 de İskocya’da doğar. Henüz sekiz yaşındayken annesiyle babası bir dağ kazasında ölür. 1938 de asil çocukların ayrıcalıklı lisesi olan Eton koleji’ne girer.İki yıl sonra 16 yaşındayken, kızlarla yaptığı kaçamaklar nedeniyle okuldan atılır. 1941 de donanmaya girer, II.Dünya savaşı’nı bir komando olarak bitirip İngiliz gizli servisinin (mi6) elemanı olur. 1950 de kendisine ‘’öldürme yetkisi'’ (licence to kill) verilir (yani"00" kodu) 1 ocak 1962 de evlenir, düğün sırasında karısı öldürülür...
James Bond'un kitaptan ekrana geçmesiyle birlikte tüm dünyanın James Bond ile ilk kez tanışmasına vesile olan (1953'te yayınlanmış İan Fleming romanı-1954'te Amerikan televizyonu CBS icin yapılmış olan versiyonudur. Ama burada Bond'a bilinen bir Amerikan adı olan 'Jimmy' denmiş seyircinin gönlü kazanılmıya çalışılmıştır) Casino Royale'de rol alan Barry Elson Bond'u kanlı canlı gözönüne taşıyan,ona hayat veren ilk aktördür.


Umberto Eco, James Bond'un nasıl bir öyküsel tasarıma sahip olduğunu incelediği çalışmasında ajanımızın ileride izleyeceği yolun işaretlerinin daha ilk romanda verildiğini söylüyor. Romanda Fransız meslektaşı Mathis, 007'ye bazı nasihatler verir. Artık kötülerin dünyasını gördüğünü, ülkesini nasıl yıkmaya çalıştıklarına şahit olduğunu, kendisini ve sevdiklerini korumak için onlarla mücadele etmesi gerektiğini söyler. Ve şöyle devam eder Mathis: 'Ama insan olup beni düş kırıklığına uğratmayın. Harikulade bir makineyi kaybederiz.' Bond bu öneriye gerçekten de uyacaktır, insan olmayı bırakıp makineleşecektir. Ruh hekimleri için bir konu olmayı bırakacak ve yazarla okuyucunun istediği şekilde harikulade bir makine olacaktır.Eco, Bond romanlarına ilişkin yaptığı analizde James Bond romanlarının değişmez bir şemaya sahip olduğunu göstermiştir.Bu şablona göre Bond hikayeleri 9 hamleli bir süreçte peşi sıra gelişen olaylar sinsilesinde vuku bulmaktadır.

1. Büyük patron olan gizli servisin başkanı M, Bond’a tehlikeli ve gizli bir görev verir.
2. Bond ve kötü karşılaşır
3. Bond oynar ve kötü’ye ilk darbeyi vurur (ya da tersi)
4. Bond ve kadın karşılaşır (kadın, mutlaka genç ve güzel, başından geçen bir olay nedeniyle mutsuz, frijid olmuş, kötü’nün tuzağına düşmüş, saf fakat bozulmuş, günahının bedelini ödeyecek biridir)
5. Bond ile kadın arasında erotik ilişki ve yakınlık kurulur
6. Kötü Bond’u yakalar (kadınla birlikte veya yalnız)
7. Kötü Bond’a işkence eder (kadınla birlikte veya yalnız)
8. Bond kötü’ye nihai darbeyi vurur
9. Bond iyileşir, kadın’la görüşür ama kadını kaybeder.

Bu şablonun öğeleri, bir romandan diğerine küçük değişiklikler göstermekle birlikte değişmez özelliktedir.Fleming'in romanlarda bağlı olduğu bu öykü şeması 007 filmlerinde de kısmen kendini göstermektedir.film ya da roman da,genel olarak işleyen asıl kural ise; ‘Bond oynar ve sekiz hamlede kazanır’ olmuştur.

Umberto Eco, Bond romanlarında her daim varolan bu klişeler karşısında ki tavrını ise; "okuyucunun kendini daha önceden bildiği bir oyunun içinde bulduğunu ve asıl keyfin zaten bu olduğunu" söyleyerek açıklamaya çalışmıştır.Yorumculara göre James Bond vakası , popüler romanlar serisinin bir kahramanı olarak kökenlerini aşmış ve bir kültürel fenomen haline dönüşmüştür.007 kodlu ajanımızın Dünya çapında bu kadar çok sevilmesinin çok basit ama geçerli olan nedenin erkeklerin (hatta bir kadının erkekten beklediği her şeyinde) özlemini duydukları herşeye sahip olması ise çok bilinen bir tespittir.
Bond’un popülaritesi 1950, 1960 ve 1970 lerde tahminlerin ötesinde olmuştur. ingiltere’de yalnızca ciltlenmemiş kitaplarının satışının toplam da 27 milyonun üstünde olduğu belirlenmiştir. Bu ilginin oluşmasında pek çok kişiye göre gelmiş geçmiş en iyi Bond olan şeytan tüyüne sahip İskoç asıllı İngiliz aktör Sean Connery’nin başrollerinde oynadığı 1962 yılında çekilmiş "Dr.No" filmiyle başlayan ve Albert ‘cubby’ Broccoli ile Harry Saltzmann’ın 1961 de kurdukları yapım şirketi EON production tarafından filme çekilmiş James Bond filmleri serisinin etkisinin büyük olduğu bir gerçektir.Daha sonra Christopher Revee'nin de Superman üzerinde yaratacığı benzer bir etki gibi Sean Connery, Bond karakterine öyle oturmuş ve etkilemiştir ki, sonradan yaratılan öykülerde bu tesir görülmüş ve sonrasında çekilen onlarca Bond filmin de rol almış aktörler her daim onunla mukayaese edilir olmuştur.

2006 yılı itibari ile 2 adet bağımsız olarak çekilmiş toplamda 23 film çekilmiş, ve 1 film de Amerikan televizyonlarında yayımlanmış, serinin son halkası 2008'de vizyona girecektir. 1975'e kadar prodüktörü; Albert R. Broccoli ve Harry Saltzman iken; Brocolli 1975'den sonra tek prodüktörü olmuştur. 1995 yılından itibaren de kızı Barbara Broccoli ve damadı Michael G. Wilson prodüktörlüğüne devam etmiştir.

Bond filmleri, gişe tarihindeki en başarılı "film serisi"dir. Bond filmlerinin sinemada 46 yılda ulaştığı toplam seyirci sayısının 1 milyarın üzerinde olduğu belirlenmiş ve günümüzde sinemaya giden birkaç kuşağın onayını da kazanmayı başarmıştır. Tahminlere göre, Dünya nüfusunun yarısı ya da bir çeyreği; televizyonda, sinemada ya da videoda bir Bond filmi izlemiştir ki kimilerine göre bu durum, sinema tarihinde ve kültür hayatında çok önemli bir başarı göstergesidir.James Bond'da oynayanlar:

Sean Connery-7defa
George Lazenby-1defa
David Niven-1defa
Roger Moore-7 defa
Timothy Dalton-2 defa
Pierce Brosnan-4 defa
Danile Craig-2 defa

İsim-oyuncu-yönetmen ve yapım yılı ile James Bond serisi:

1 Dr. No 1962 -Sean Connery -yön:Terence Young
2 Rusya'dan Sevgilerle (From Russia with Love) 1963-Sean Connery -yön:Terence Young
3 Altın Parmak (Goldfinger) 1964- Sean Connery- yön:Guy Hamilton
4 Yıldırım Harekatı (Thunderball) 1965 -Sean Connery -yön:Terence Young
5 İnsan İki Kere Yaşar (You Only Live Twice) 1967 -Sean Connery -yön:Lewis Gilbert
6 Royal gazinosu (Casino Royale) 1967-David Niven-yön:Val Guest-Seridışı ilk yapım/komedi
7 Kraliçenin Hizmetinde (On Her Majesty's Secret Service) 1969 -yön:George Lazenby -Peter R. Hunt
8 Ölümsüz Elmaslar (Diamonds Are Forever) 1971 -Sean Connery -yön:Guy Hamilton
9 Yaşamak İçin Öldür (Live and Let Die) 1973- Roger Moore- yön:Guy Hamilton
10 Altın Tabancalı Adam (The Man with the Golden Gun) 1974 -Roger Moore- yön:Guy Hamilton
11 Beni Seven Casus (The Spy Who Loved Me) 1977 -Roger Moore -yön:Lewis Gilbert
12 Ay Harekatı (Moonraker) 1979 -Roger Moore -yön:Lewis Gilbert
13 Yalnız Senin Gözlerin İçin (For Your Eyes Only) 1981- Roger Moore -yön:John Glen
14 Ahtapot (Octopussy) 1983 -Roger Moore -yön:John Glen
15 Asla asla dema (Never Say Never Again) 1983 -Sean Connery-yön:Irvın Kershner-Seridışı ikinci film/farklı bir yapım şirketi tarafından çekilmiş
16 Bir Cinayete Bakış (A View to a Kill) 1985-Roger Moore- yön:John Glen
17 Yaşayan Gün Işıkları (The Living Daylights) 1987 -Timothy Dalton- yön:John Glen
18 Öldürme Yetkisi (Licence to Kill) 1989 -Timothy Dalton- yön:John Glen
19 Altın Göz (GoldenEye) 1995 -Pierce Brosnan -yön:Martin Campbell
20 Yarın Asla Ölmez (Tomorrow Never Dies) 1997 -Pierce Brosnan -yön:Roger Spottiswoode
21 Dünya Yetmez (The World Is Not Enough) 1999 -Pierce Brosnan -yön:Michael Apted
22 Başka Gün Öl (Die Another Day) 2002 -Pierce Brosnan- yön:Lee Tamahori
23 Royal Gazinosu(Casino Royale) 2006 -Daniel Craig -yön:Martin Campbell
24 Quantum of Solace 2008 -Daniel Craig-yön:Marc Forster

Kaynak:Yazının derlenmesinde,özgür ansiklopedi "Wikipedia" ve kutsal bilgi kaynağı "ekşi sözlük"ten yararlanılmıştır.

14 Mart 2008 Cuma

Sinema da uçma fikri:Süpermen ve diğerleri

Uçma fantezileri tarihte en belirgin olarak önce mitolojide gözükür,uçmak kimi tanrı yada yarı-tanrı karakterlerin yeteneği iken dinle beraber kanatları olan meleklere has bir nitelik olarak boy göstermiştir.Zaman içinde bilimin gölgesinde değişen metafizik yorum sayesinde günümüzün modern mitoslarının yaratılmasında payı olan kitap-çizgi roman ve sinema bu arzuyu kullanarak yeni mecralarda yerini bulmasına olanak sağlamışlardır. Uçmak ya da uçarcasına hareket etmek istenilen noktaya varabilmek adına kahramanların olmazsa olmaz harikulade bir yeteneği,gücü olarak pek çok hikayede yerini bulmuştur. Malum insanın ve hayvanların Dünya üstündeki mevcut fiziki melekeleri göbekten yer çekimine bağlıdır ve bu sebeple çok sınırlıdır.Durmak, yatmak,yürümek,koşmak,yüzmek ve diğerleri,istisnasız tüm beden faaliyetleri bu kaidenin altında biçimlenmiş, işler hale kavuşmuştur.Örneğin dururken, yürümek için yapmanız gereken şey; ayaklarınız vasıtasıyla kendinizi bulunduğunuz noktadan gitmek istediğinize yöne doğru itmeniz olacaktır,tabi ki koşmak için ve hatta yüzmek içinde itmek şarttır.Belki uzuvlarınızın aldığı biçim ve koordinasyonunuz farklı işleyecektir ama esas olan değişmeyecektir;ilerlemek için gereken şey kendinizi itmektir.Bir engelin üstünden atlamak ya da yukarıda bir yerde bulunan bir noktaya ulaşmak içinde gereken zıplama ya da sıçrama hiç şüphesiz buna dahildir,yukarıya doğru yapılan itme sonucu olan sıçrama/zıplama uçmanın ilk hareketi en basit,en kaba halidir de aynı zamanda. Dikkatlice incelendiğinde görülecektir ki uçmaya hazırlanan bir kuşun ilk yaptığı şey vücudunu alçaltarak, bacaklarını bükmek ve kanatlarını açmaktır. Sonra bacaklarını düzleştirerek havaya sıçrar. Hemen kanatlarını çırpmaya başlar. Kuşlar, havalanınca yükselmek için kanatlarını aşağı doğru çırpar.İzleyenler hatırlayacaktır Matrix’in ilk bölümünde Morpheus, Neo’ya Matrix’in doğa- kurallarının aklın iradesiyle ihlal edilebileceğini öğretemeye dayalı bir testte ona bir binadan bir başka binaya nasıl uçarcasına sıçrayabileceğini öğretmeye çalışır,zamanla Neo bu sıçrama yeteneğinden uçabilmeye doğru gelişim gösterecektir, ekleyelim ki Wachowskiler ne zaman Neo’yu uçurmaya kalksalar onu yerden yukarı doğru güçlü bir itmeyle havalandırarak uçmanın asıl prensibine sadık kalmışlardır.Kuşlar kanatlarının altındaki havayı devamlı surette itebilmeleri sayesinde uçuşunu devam ettirebilir.İşte bu hareket biçiminin farkında olan Süpermen’in yaratıcıları Jerry Siegel & Joe Shuster kafalarında kurguladıkları bu üstün-insanı daha hızlı ve güçlü bir biçimde oradan oraya hareket ettirebilmek için bu temel fikirden hareketle ilk önceleri onu devasa ölçülerde zıplatma/sıçratma yolunu seçmişlerdir.Aynı yetenek Ang Lee’nin 2003 yılında başarıyla filme aktardığı bir başka süper kahraman olan Hulk’ta sık sık kullanılmıştır.Yerçekimine bağlı kalınarak üretilen bu fikirde zıplamak/sıçramak zaten gerçekte de herkes için mümkün olan bir eylemdir.Süpermen’in ve tüm süper kahramanların yeteneklerinin aslen varolan olguların abartılmış,üzerinde oyanmış şeyler olduğunu yeri gelmişken vurgulayalım.Ancak Süpermen’in zıplaması/sıçraması olağanüstüdür.Bu sayede bir seferde hiç zorlanmadan New York’un yüzlerce metrelik binalarını aşabilmekte,onlarca kilometrelik yolları bir adımda (ya da onu iten enerjisinin azalmasıyla yere düşerek yine tekrar /sıçrayabilmek için ara ara basışlarla) kat edebilmektedir bu süper kahraman. İlk başlarda sadece çok güçlü, ve hızlı olan Süpermen uçamaz, çok yükseğe zıplar/sıçrar.Uçma fikrine tamamen hakim olamayan yeni yüzyılın başındaki insanlar için bu güçlü zıplamalar/ sıçramalar tatmin edicidir,uçmak için bir nedende yoktur o halde. Ama ilerleyen zaman içinde uçaklar hayatımıza girip (hatta Ay’a kadar gidilince) sıradan insan bile Süpermen’den hızlı hareket edebilir, uçabilir hale gelir. O zaman Süpermen’e uçma gücü verilir yazarları tarafından. Kuşlara mahsus bir yetenek olan uçmak kanatlar yardımıyla hava içinde de olsa kendini itmekten başka bir şey değildir esasında,ancak kanatlara sahip olmak itmekten daha fazlasını yapabilmektir,ama biliyoruz ki sadece kendini itmek uçmaya yetmez,kuşların ya da inasn icadı vasıtaların sahip olduğu aerodinamik yapı uçmak gibi karmaşık bir eylemi olağanüstü bir şekilde mümkün hale getirebilmektedir.Ama biz bu fiziki gerçeği göz ardı ederek Süpermen’in neye dayandırılarak uçurulduğu üstüne fikir yürüteceğiz. Uçmaya yakın zıplamanın/sıçramanın ve akabinde uçmanın mümkün olabilmesi temelinde yatan fikrin bilimsel temelli kurgusu meselesine gelince burada bir ön bilgiye ihtiyacımız olacaktır,onun için devam edelim: İçinde varolduğumuz gezegenin/Dünya’nın kendine has fizik kanunları vardır,dolayısıyla yer çekimiyle varolan bizler için hareket edebilmek bu kanunların içinde biçimlenen bedenlerimizin imkan tanıdığı çerçevede mümkün olduğunu söylemiştik,zaman içinde insanoğlunun atmosferin dışına uzaya ve nihayet Ay’a ulaşmasıyla bu kabiliyetlerin oluştuğu ortamdan çıkmasıyla yeni bedensel keşifleri (aslında tabi ki bunlar bilim insanları tarafından çok önceden öngörülen ama pratik edilemeyen fikirlerdir) beraberinde getirmiştir.Örneğin uzayda hareket edebilmenin yolu öncelikle gemiye bir halatla bağlanmayla mümkündür. İnsanoğlunun uzay çağında başlayan yeniden öğrenme evreleri yürümek-uyumak-yemek yemek hatta tuvalete gitmek Kubrick’in, “2001Bir Uzay Macerası” filminde dramatik bir şekilde işlenmiştir..Yerçekimi dediğimiz kanun, bizim kütlemiz ile ağırlığımız arasındaki farkın esas sebebidirde.Bu yüzden belirli bir zaman içerisinde sabit olan kütlemiz, farklı kütlelerle karsılaştırıldığında örneğin Dünya’nın, Ay’ın, Jüpiter’in ya da Güneş’in, o kütlelerin büyüklükleri ile doğru orantılı olacak şekilde sonuç verecektir. Ağırlık, kütle çekimi ile ilgili bir kuvvettir. Dünyanın bir cisme uygulamış olduğu kütle çekim kuvvetine cismin ağırlığı denir. Bu cismin Ay'da veya Neptün'de olduğu düşünüldüğünde, bu gök cisimlerinin bu cisme uyguladığı çekim kuvvetleri de değişecektir. Bu nedenle bir cismin madde miktarı (kütle) aynı kalmasına rağmen ağırlığı Dünya’da, Ay'da veya diğer gezegenlerde farklı olacaktır. Örneğin kütlesi 10 kg olan bir cisim Dünya’da tartıldığında 98 N (Newton;kütle ölçmek için kullanılan ölçü )gelirken, bu cismi Ay'da tarttığımızda 17 N gelecektir. Bu da Ay'ın çekim kuvvetinin Dünya’dan nerdeyse 5/1 oranında düşük olduğunu göstermektedir. Uzay mekiği ile Ay'a doğru yolculuk yapan bir astronot düşündüğümüzde, bu yolculuk esnasında astronotun kütlesi değişmez.Yolculuğun her anında kütlesi eşittir.Astronot dünyadan uzaklaşıp Ay'a yaklaştıkça dünyanın uyguladığı çekim kuvveti azalmaya Ay'ın uyguladığı çekim kuvveti ise artmaya başlar.İşte kütle sabit (Dünya’nın fizik kuralları içinde biçimleniş kütle) yeni varılan uzamla ağırlık daha düşük olarak Ay üzerinde rahatça hoplayıp zıplayarak yürüyen ve kısa bir sürede olsa havada asılı kalabilen astronotların(Süpermen’inde ) sırrı buradan gelmektedir.Bilgilenmemizin vardığı bu noktada Süpermen’in yok olmak üzere Kripton (aslen Kripton fizik literatüründe yer alan bir elementtin adıdır) adlı bir gezegenden Dünyamız yolanmış fiziki kuralları başka bir gezegende tıpkı kendisi gibi varolmuş pek çok gezegen sakiniyle beraber yaşayan ve gezegeni üstünde hiçbir sıra dışı yeteneği olmayan bir uzaylı olduğunu hatırlayalım.Kütlesi sabit bir canlının çok yüksek bir yerçekimi olan Kriptondan gelmesi, tıpkı Dünya’lı astronotların Ay’da kazandığı yeteneklere denk düşmektedir.Zaten Bir bilim adamı olan Jor-El'in (babası) Kal-El'i (Süpermen’in Kripton’da ki gerçek adı)özellikle Dünya gezegenine göndermesinin sebebi Dünya atmosferinin ona çok üstün güçler vereceğini bilmesidir.(Sahip olduğu güçlerin Dünya’dan mı yoksa Güneş’ten mi kazandığı meselesini ilerde “Bilimkurgu ve Süpermen “ yazısında ele alacağız.) Süpermen 1933 yılında ilk olarak ortaya çıktığında Dünyada ki fizik kurallarının ona bahşettiği pek çok yetenekle birlikte kendini bu atmosfer içinde kolaylıkla iterek büyük bir sıçramaya/zıplamaya ulaşmasıyla havada bir süre kalarak yol alabilmektedir bu sayede.Ancak tıpkı bir kuş gibi hatta bir kuştan daha da üstün (havada ki rüzgar gibi doğal etkenlerden etkilenmeden dilediğince asılı kalabilir örneğin) olarak gezegen içinde ve hatta uzayda en kötüsü de çizgi roman maceralarında farklı gezegenlerin yerçekimlerinden etkilenmeden uçması, onun zaman içinde teknik olarak mecbur kaldığı bu sebepten dolayı bilimkurgu bir karakterden fantastik bir figüre doğru kaymasına sebep olacaktır.Bu sıra dışı uçma kabiliyetine yazarlara tarafından getirilen zorlama açıklamaya göre ise Süpermen’in etrafında yine Güneş (çizgi romanlarda gücün kaynağı sarı Güneş’tir) sayesinde manyetik bir alan vardır ve bu aurayı kullanarak yerden havalanabilir uçabilir.

Söz konusu sinema da uçmak olunca en baskın karakterin Süpermen olduğu aşikardır ancak pek çok kişiyi heyecanlandıran uçabilme konusunda ki tek karakter o değildir tabiatıyla.Bir başka filme konu olan Kar-el’in kuzeni Süpergirl,Matrix’in baş kahramanı Neo,uçma fikrini animelerin de bir tür saplantıyla ele alan ve fetişistçe sergileyen Miyazaki’nin küçük cadısı Kiki,yine sinemaya uyarlanan illüstratör Dave Stevens'ın pulp maceraları sevenler için epey eğlendirici olan çizgi romanı kahramanı roket adam-The Rocketeer,sinemada yer alan serilerde ki kimi bölümlerde bir takım aletlerin yardımıyla uçabilen kara şövalye Batman ve geleceğin polisi Robocop,son dönemde uyarlanan Demiradam/Ironman ya da Fantastik dörtlüde ki kimi karakterler ve tabi ki hiç büyümeyen çocuk Peter Pan akla en kolay gelenlerdendir.
Filmlerden bahsetmekten hoşlanan,izlediklerine kayıtsız kalamayıp onlara mana yüklemeyi seven,filmlerde hayatın anlamını ya da tadını bulan herkese açık herkes için bir blog!

Merhaba!

Şu anda filmlere,onların bizler üzerinde bıraktığı etkiye,ortaya çıkan kültüre salt "eğlencelik" "iyi vakit geçirme"olarak bakmayan herkese açık bir blogtasınız.Burası seyrettiği filmleri sinema salonlarında,video kayıtlarında belki(?) bir daha izlemek üzere geride bırakmayı gönlü el vermeyen,onları olabildiğince hayatının içine sokmakta direnen, günlük hayatın hay huyu içinde vakit öldüren,daralan,sıradanlaşan ama filmlerle soluk alabilenler için sanal-gerçeklik alanıdır.
Seyrettiğini kolay kolay unutamayan,unutmak istemeyen,yaşamının bir anıyla herhangi bir yerde izlediğiyle bağ kuranlar bilir ki filmler pek çok kez imkansızı,sıradışı olanı gözönüne koyar,tek kelimeyle ortaya çıkan modern bir masaldır,çağdaş insanın mitos yorumudur.Ama bayıldığımız,bizleri alıp götüren tüm o filmlerde iyi vakit geçirebilen biri yine iyi bilir ki sinema sanatında keyifli ve muhteşem olanda budur.Yani yaşamı çekilir kılması.
Bazen bir filmli,filmleri ya da bir türü bir yazı konusu,ya da yazanın keyfince seçiceği bir konuyu sinemaya ya da film ve filmlere bağlayacağımız herhangi bir şey ilgi alanımız;içinden bilgiler devşirebileceğimiz, anlam yükleyeceğimiz,iyi vakit geçirebileceğimiz,bize yeni yepyeni şeyler öğreten,ufkumuzu açan,bizi değişteren her şeyle ilgiliyiz,blogumuzun daha daha verimli olabilmek için sıradan izleyicilerden farklı okuyup,düşünüp söyleyecek bir şeyleri olanlara ihtiyacı var.

Siz filmleri böyle görmekten hoşlanan,dünyayı olduğu gibi görmekten hoşlanmayanlardan mısınız? Eğer öyleyse hoşgeldiniz..